SARIŞIN MAVİ GÖZLÜ

SARIŞIN MAVİ GÖZLÜ

Parktayım yine. Etrafımda çocuk çığlıkları. Gülümsüyorlar. Atlıyor, hopluyorlar. Bazıları pusette, bazıları yürüme hevesinde. Bazıları da afacanlık peşinde. Bir tanesi de kumun üstünde, sürüm sürüm sürünüyor. Annesinin kaşları çatık. Bağırıyor ama nafile. O, sürünmeye devam ediyor.

Diğer köşede ise kova kürek takımlarıyla oynayan minik kızlar. Bir yandan da küreği diğerinin elinden alan küçük afacan. Kıyamet kopuyor. Oyuncak kavgası çıkıyor. Küreğin sahibi sümükleri karışırcasına ağlıyor.

Elimi karnıma götürüyorum. Çocuk özlemim dorukta. Olmuyordu işte. Bu nalet hastalıktan dolayı olmuyordu. Beni, evlat sahibi yaptırmıyordu. Teker teker, terk etti sevdiklerim. Kırıldım. Parçalandım, nafile. Onları, burada uzaktan seyrediyor, okşuyorum. Kokluyorum ama içime sokamıyorum. Yabancıydım sonuçta.

Yalnızlığımdayım. Hasretim doruğa ulaştığında, odamda biriktirdiğim sarı saçlı mavi gözlü bebekleri kucaklıyorum. İçim acıyor. Karnımı okşuyorum. Orada kimse yok. Sarışın, mavi gözlü bir kızım yok. Ağlıyorum. Elimi, yine karnıma götürüyorum.

Banktayım, izliyorum çocukları.

Buraya her gün palyaçomuz gelirdi, çocuklara balon dağıtırdı, onlarla oyunlar oynardı. Geçen yazdan beri görünmüyordu. Bir şey mi olmuştu acaba? 

Tam da onu düşünürken parktan içeri giriverdi. Yine aynı rengarenk kıyafeti, kocaman plastik ayakkabıları, boyalı yüzü, kıvırcık  yeşil bonus peruğu, kırmızı burnuyla her şey yerli yerindeydi. 

Yalnızca bir şey eksikti. Her zaman, yanında getirdiği, minik kızı.

Çocuklar etrafını sardı. Ben de, ben de; diye sıralandılar. Eline dokunmaya çalıştılar.

Pompaladı balonları. Şekil verdi tek tek. Kimine kılıç, kimine kelebek hazırladı.

Yüzünde, üzgün ve buruk bir ifade vardı. Gülmüyordu. Hissediyordum. Gözünden, o boyalı yanağına doğru gizli gizli gözyaşları süzülüyordu. Görüyordum. Kızı da yanında yok. Hastadır herhalde diye düşündüm. Muhtemelen kızamık falan olmuştur. O yüzden yoklardır, bunca zaman, kim bilir.

Yanına yaklaştım.

-Neyin var Pıtırcık?

Çocuklar, ismini Pıtırcık koymuşlardı. Çok seviyorlardı onu ve minik Buse’sini.

Yüzüme baktı. Sustu.

Tekrar sordum, ne oldu? Buse nerede? Neredeydin bunca zaman?

Gözyaşları, kumu ıslattı. Her bir damlası, teker teker iz bıraktı.

-Geçen yaz kaybettik. Trafik kazası.

-Aman Allah’ım!

-Hastanede yattı uzun zaman ama kurtaramadık. Her şey benim için anlamsız olsa da yine buradayım. Mecburum, dedi..

Kolum kanadım kesilmişti. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İnanmıyorum. İnanamıyordum. Minik Buse, melek olmuş, ebediyete gitmişti.

Ağladım. Hem de çok ağladım.

Çünkü;

Onun sarı saçları ve mavi gözleri vardı.

 

SARIŞIN MAVİ GÖZLÜ

HABERDAR OLUN

Etkinliklerimizden ve yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi kaydedin