KIRMIZI GELİNLİK

KIRMIZI GELİNLİK

Taş evlerin üstünden yayılan ışıklar, ay ile dans ediyor. Birbirlerine göz kırparak bir şeyler anlatıyorlar. Çok yakınlar. Elleri kavuşacak neredeyse. Gökyüzü tertemiz, kirlerinden arınmış, berrak ve bir o kadar da istenmeyen yaşanmışlıklarla dolu.

Meryem henüz on sekiz yaşında. Zeytin gözlü, çıtı pıtı, hanım mı hanım bir genç kız. Ailesi ile beraber yaşıyor. Nenesi, onun en iyi dostu. Bir derdi olsa annesine değil, Emine Nenesine anlatıyor. Derik ilçesinin Buğur köyünde yaşıyorlar. Babası tahta oymacılığı yapıyor. Bu şekilde geçiniyorlar.

Çocukluk aşkı vardı adı Yusuf. Aynı mahallede karşılıklı evlerde oturuyorlardı. Annesi Yusuf’a bağırdıkça karşı pencerede hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Meryem. Üç sene önce taşınmışlardı buradan. Meryem’in kalbi yalnız kalmıştı.

Onu o kadar çok seviyordu ki; her çeşme başına gittiğinde, ona kavuşmak için dua ediyordu.

Babası ise arkadaşının oğlu Midyatlı Hasan’a verecekti kızını. Zengin ailenin tek çocuğuydu Hasan.

Esmer tenli, cılız denecek kadar zayıf, lise mezunu, deli dolu bir delikanlı. Meryem’in güzelliğini duymuş, babası da uygun gördüğü için onunla ilgili bir sorun oluşturmuyordu. Gönlü de, aklı da boştu. O da henüz yirmi üç yaşındaydı.

Bunlar konuşulurken Meryem, uzun entarisiyle nenesinin bacağına sarıldı. Başında çiteye denilen yazmasıyla tam bir asil Mardin kadınıydı Nenesi.

-Nenecim, kurtar beni!

-Sakın ağlamayasan. San sahan(kendi kendine) evlenemen.

-İstemiyorum nene. İstemiyorum. Biliyorsun.

-Fark yoktur. Senin hahın (el alem) oğluna vermezler.

Meryem, 

-Keşke harabelerde yaşasaydım da, bugünleri görmeseydim, dedi.

Nenesi dudak büktü.

Gecenin soğuğu avludan üfürse de, içinin yangınını söndürmeye yetmiyordu. Yangın daha da alevleniyor, Yusuf’una kavuşmak için evlilik hayalleri kurduruyordu.

Horozun ötmesiyle uyandı Buğur köyü. Akan çayın kenarında su içiyordu kuşlar, özgürce uçuyorlardı. Önce birbirlerine dokunuyorlar, sonra o küçücük ince bacaklarını, suya değdiriyorlardı. 

Sıcaktı, hem de çok. Ağaç diplerindelerdi diğer hayvanlar. Gölgede serinlemeye çalışıyorlardı. Bizim Meryem de evinden çıkmıyordu.

Babası odasına doğru yaklaşırken, Meryem, elleriyle gözyaşlarını sildi.

-Kızım eyi misen?

-Evet baba, dedi buğulu sesiyle.

-Yarına hazır olasan.

Odasının kapısını, annesi açtı. Meryem’in saçlarını okşadı.

-Uyanasın kızım, sabah olmıştır.

Bir şeyler seziyordu annesi; ama soramıyordu.

Kahvaltıyı bahçeye hazırlayacaklardı. Emine Nene de çoktan uyanmıştı. Namazını kılmış, duasını da etmişti.

-Anne, ben!

-Söyle hızım.

-Anne….

Cesaret edemedi Meryem içindekileri söylemeye.

Yarın akşam oğlan evi, kız evine, ziyarete gelecekti. Hazırlıklar yapılacaktı. 

Masaya ana yemeklerden kibbeler, iroklar, kaburga dolmaları, sembusekler, alluciyeler konacak, tatlılardan da kiliçeler, zingiller, harireler hazırlanacaktı.

Hasan da kendi evinde hazırlıklara başlamıştı. Koyu lacivert takımını giyecekti. Beyaz gömleğini ve kravatını usulca karyolanın üzerine bıraktı.

-Ana bunları, ütüleyiver.

-Tamam yiğidim, meraklanmayasan.

Meryem’in gönlü paramparçaydı. Hasan denilen damat adayını, zerre kadar merak etmiyordu. O gelinliği, giyinmek istemiyordu. Giyinmeyecekti. Vermeyecekti elini, elin oğluna. Kat kat kilitli kutudaydı kalbi. Sesini kimse duymuyordu.  

Kahvaltı yapmadan odasına geri döndü. Çeyizliklerin başına geçti. Nenesi de arkasından kapıya yanaştı. Sandığı karıştırıyordu Meryem. Annesi gardırobun parmaklıklarına asmıştı gelinliği.

-Bu beyaz gelinliği geyeceksin yavrum, dedi Nenesi.

-Bu beyaz değil Nene, beyaz değil.

-Ne desen yavrum?

Gözyaşlarım var üzerinde Nenem. Bu beyaz değil kırmızı gelinliktir benim için.

-Giymeyeceğim. Hasan’la evlenmek, ölümdür benim için. 

Peki ya Yusuf neredeydi?

Bu kırmızı gelinliği beyaza dönüştürebilecek miydi?

Gece rüyasında gördü Yusuf’u.

Gelinlik askıyla beraber yana eğilmiş yolunu arıyordu.

 

KIRMIZI GELİNLİK

HABERDAR OLUN

Etkinliklerimizden ve yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi kaydedin