SAAT BEŞ YALNIZLIĞI

SAAT BEŞ YALNIZLIĞI

Gece kör karanlık, camdan bakıyorum. Beyaz geceliğim aydınlatıyor sokağı. Dolunay parlıyor. Gökyüzü benim gibi yapayalnız.

Adamın teki yolda yürüyor. Teneke kutuyu tekmeliyor. Tekrar vuruyor, sonra da sinirlenip kutunun üstüne çıkıyor.

 Sarhoş mu; yoksa bir derdi mi var?  Gözlerimi ondan ayıramıyorum. Uzun boylu, geniş omuzlu, yapılı bir adama benziyor.

Kalbim çarpmaya başlıyor. Uzun gölgesi, penceremden içeri giriyor. 

Elimi uzatsam tutabilir miyim?

Gölgesini değil, onu istiyorum. Karşılıklı kahve içsek, dertleşsek; insan sesi duysam, tenini okşasam. Elimi sallasam, yabancı birine. Dikkatini çeksem.

İçeri giriyorum. Camdan aşağıya kül tablası atacağım. Hem pencerede sigara içiyor havası verecek, hem de yanlışlıkla, dikkatini çekiyor olacaktım.

Yaklaşıyor, hala teneke parçasına vuruyor. O sessizlikte etrafı çınlatıyor.

İşte yukarı bakıyor. Kara gözleri, gözlerime değiyor. Bir an duraksıyorum.

Elimde yalandan bir sigara, küllüğün arkasından attığım bir bakış ve onun kara gözleri. Fırlatıyor tenekeyi diğer tarafa. O, da bana bakıyor.

Şaşırıyor. Gökyüzüne bakıyor. Ben de şaşkınım. Neler söylüyorum. Geceliğimin altında yalnızlığımı daha da hissediyorum. O söylettiriyor bana her şeyi. Uçup gitti anneciğim, meleklerin yanına. Bu beyaz geceliğini hiç çıkarmayacağım işte, esmer uzun boylu adam aşağıdan bana gülümsüyor. Tekrar ona dönüyorum.

-Şey küllük, diyorum.

-N’apıyorsunuz bu saatte?

-Sizin yaptığınızı.

-Ben evdeyim, siz dışarıdasınız.

-Sizin sigaranız var, ben de o bile yok.

“İçime çektikçe canım acıyor. Dumanı üfledikçe onunla beraber yalnızlığa uçuyor, her şey. Anılarım, havada dans ediyor, bir yandan da eğleniyorlar”.

-Siz neden yalnızsınız?

-Neden anlatayım?

-Siz de bir tane yakmaz mısınız?

-Küllük diyorum. Rica etsem getirebilir misiniz?

Eliyle kendini işaret ederek, kül tablasına doğru eğiliyor. Sağına-soluna bakıyor, kapıya doğru yöneliyor.

N’apmalıyım bilemiyorum. Onu içeri mi almalıyım? Kaybedecek neyim var? Belki de kazanabilirim. Terliyorum.

O daha zile basmadan kapıyı açıyorum. Aynaya bakabilecek fırsatım yok. 

Teker teker basamakları çıkıyor. Kapıya varınca küllüğü bana uzatıyor. Sandığım kadar da uzun boylu ve yapılı görünmüyor.

Mahalle değil bizimkisi; ama ara sokaklar. Biri görse tüm sokaklar duyar. Umurumda değil; o yüzünü bana çeviremiyor. Bakmak istiyor; ama utanıyor.

-Sigara almaz mısın? diyorum

Sesini çıkarmıyor.

-Kahve yapayım istersen?

Gözleri fal taşı gibi açılmış bana bakıyor.

-Adım Neşe, ya sizinki?

-Benimki de Orhan. Şey ben küllüğü verip gideyim. Çok geç oldu, diyor.

Duvardaki saat sabah beşi gösteriyordu.

-Bir saat sonra gün ağaracak. Beraber karşılarız sabahı buyurun, diyorum.

Endişeyle ilk adımını içeri atıyor. Diğer ayağını yanına getirmeye çekiniyor.

-Hadi ama, ev soğudu gelecek misin, gelmeyecek misin? diyorum sabırsızca.

Yavaşça kapıyı kapatıyorum.

Saatin alarmı çalıyor.

Sabah beş olmuştu bile...

 

SAAT BEŞ YALNIZLIĞI

HABERDAR OLUN

Etkinliklerimizden ve yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi kaydedin