Gözü karaydı. Hiçbir şeyi mantıklı düşünemiyordu. Ne yapacağını iyice şaşırmıştı. Sırrını paylaştığında ya kimse ona inanmazsa ya herkes yanından uzaklaşırsa. Tek başına kalmaya dayanamazdı yüreği. Karnındaki bebeğiyle terk edilmiş bir yalnızlığa mahkumdu Duygu. Karanlık bir odada hapsolmuş duyguları üstüne üstüne geliyordu. Kalbine kelepçe vurulmuştu. Tek tek iç içe geçmiş zincirler, duygularını kamçılıyordu. Nedendir bilinmez, babası olacak o adama da kızamıyordu. Sevmişlerdi birbirlerini. Zorla değil, isteyerek bilerek sevmişlerdi.
Ali kaçıyordu bu gerçeklerden. Evliliği bir zincirle bağlı özgürlüğü elinden alınmış, hiçbir yere gidemeyen kişiye benzetiyordu. Duygu’nun böyle bir kaygısı yoktu. Sevdiği adamdan çocuk sahibi olmak istiyordu. Ali bundan sonra nereye gideceğini şaşırmış, bir bumerang gibi aynı yerde gidip geliyordu.
Aralarında konuşmaya başladılar.
-Aşkım daha öğrenciyiz bu çocuğa nasıl bakalım, dedi Ali.
Duygu kampüsün bahçesinde sadece önüne bakıyordu onu dinlemiyor gibiydi.
-Önümüzde daha yıllar var aşkım. Tekrar hamile kalırsın.
Sustu. Düşündü.
-Haklısın Galiba. Kendimize bile bakamıyoruz, diye yanıtladı Duygu.
Gençliklerinin baharında, bu zor durumla karşı karşıya kaldılar. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Duygu her şeye razıydı. Ali’yi kaybetmemek için elinden geleni yapacaktı. Karnındaki yavrusundan da vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Ali onu o kadar kandırmış, o kadar etkilemişti ki bir hafta sonra soluğu hastanede almışlardı. Kendilerini inandırdıkları bu engelden kurtulmayı düşünüyorlardı; ama yapabilecek miydi Duygu? Herkesten gizli yaşadığı bu durumun yükünü kaldırabilecek miydi?
Düşünceli düşünceli muayene sırasını beklerken, orada hamile bayanları gördüler ve neler yaptıklarını izlediler. Gözleri takılmıştı bir kere. Yeni doğmuş bebeklerini, annelerin onları nasıl kokladıklarına tanık oldular.
-Ali görüyor musun? Kadın bebeğini nasıl kokluyor.
Diğer tarafta da karısının karnını okşayan bir koca. Kadının karnı burnunda. Zor nefes alıyordu ama gözlerindeki ışıltı ve heyecan ta uzaktan belli oluyordu. Bir yandan da karısının ellerini öpüyordu. Kadının sancılı halleri bu şekilde azalıyordu.
Nasıl hislerdi bunlar? Şaşırmışlardı. Elini yavaşça karnına götürdü Duygu. Anlayamadan göz yaşları süzülüverdi yanaklarından. Yüzü kızarmaya başladı.
Kafasını sağa doğru çevirdiğinde de yeni anne olmuş bebeğini emziren, gözleri bu gururla ışıldayan kadını gördüler. Bebek küçücüktü, pespembeydi. Minik eliyle annesinin serçe parmağını sıkıca tutuyordu.
Karışmıştı duyguları iyice. Cinsiyeti neydi? Kız mı erkek mi? Yaşamalı mı yoksa kaçmalı mı?
Terliyordu Ali. Kafasında bin bir sorular uçuşuyordu. Birdenbire annesinin onu ne kadar zorluklarla yetiştirmeye çalıştığı aklına geldi. O zamanki şartların durumunu düşününce de içi daha da burkuldu.
Dakikalar sonra,
-Hayır! Yaşamalı minik bebeğimiz dedi Ali.
Hızlı çarpan kalbi, terleyen elleri ve şefkatle bakan gözlerinin farkına varamıyordu Duygu. Paniklemişti. Gitmeyecekti o kaderini belirleyeceği doktorun yanına. Ali’yi duymamıştı.
O da aldırmak istemiyordu. Onu kimse zorlayamaz diye düşündü. Ali olsun olmasın bebeğini kucağına alacak, kokusunun sonsuzluğuna varacaktı. Herkesin tatmak istediği annelik duygusunu her türlü zorluğa rağmen tadacaktı.
Ali onun ellerini sıkıca tuttu.
-Dur aşkım, sakin ol kalk gidiyoruz dedi.
Duygu şaşırmıştı. O iri gözleriyle ne olduğunu anlamadan Ali’nin elini tutarak koridorda ilerlemeye başladılar. Dışarı çıkmak için ilerledikleri köşeden hemşirelerden biri sesleniverdi.
-Duygu Hanım sıra sizde buyurun alabiliriz sizi odaya dedi.
Bu sözler kulaklarında yankılandıktan sonra süratle çıktılar oradan.
Karar alınmıştı artık. Vazgeçmeyeceklerdi.
Ya annesi gibi; iri gözlü kıvırcık saçlı, esmer olacak, ya da babası gibi, uzun boylu sarışın mavi gözlü olacaktı.