SESSİZ SEDA

SESSİZ SEDA

Karşı yoldan, bir yere yetişmenin verdiği telaşla, arabaların arasından bir kadın geçiyordu. Yüzü kıpkırmızıydı. Çapraz oluşan trafiğe aldırmaksızın tabana kuvvet koşuyordu. Birisine araba mı çarptı, sevgilisi mi aldattı, kötü bir şey mi oldu diye meraklanırken arabaların içinden geçerken oluşabilecek tehlikenin farkına bile varamıyordu. Cadde de değil sanki kaldırımdaydı.

Ben de gittim arkasından. İlerliyordu hiçbir yere sapmadan. Alnından akan ter damlaları gözyaşlarıyla beraber el ele tutuşuyor, yanağından aşağıya doğru akıyordu.

Çok kilolu değildi. Beyaz atleti, altına giydiği parlak yeşil şortuyla bir sporcuyu andırıyordu. Koşuya mı çıkmıştı? Bilemedim. Moda sahiline doğru ilerliyordu. Saatime baktım, vaktim vardı. Adım Seda’ysa bugün bu olayın peşine düşecektim. Bu sessiz sedaya pabuç bırakmayacaktım. Bakışları hoşuma gitmemişti.

Biraz ilerledikten sonra durdu kollarını kaşıdı. Uzun çizikler vardı kollarında, kıpkırmızı. Onları kaşıdıkça kanadı. Kanadıkça ağladı. Yanından geçen yüzler alaycı bakışlarla onu süzdü.

Tam yaklaştım derken telefonu çaldı. Açmadı. Dondurmacı kuyruğuna baktı önce. Renklerin arasında kaybolmuştu. Kırmızıya takıldı gözü. Vişneli dondurmaya bakıyordu. Uzun uzun daldı. Arkadan ona seslendiler.

-Hadi be kardeşim seç artık.

Umursamadı. Dondurma almadan yoluna devam etti. 

Tam yaklaştım derken yine koşmaya başladı. Köşedeki ağaca yüzünü dayayıp çömeldi. Orada öpüşen bir çift gördü aniden hıçkırıklara boğuldu.

Değmez kızım değmez hepsi aynı bunların dedim ama yine duymadı.

Bir anda aşağı yokuşa doğru yöneldi. Orada mavimsi grimsi büyük kayalıklar vardı. Dalga sesleri misafirlik ediyordu. Uzun uzun baktı denize. Davranışları tuhaflaştı.

Kenarda durmuş, tabancayla balon patlatanları izlemeye başladı. Gözü sadece bir noktadaydı. O kocaman uzun tabancada. 

-Hanımefendi oynayacak mısınız diye sordu adam ama o yanıt vermedi.

Bir tarafta bira içenler, bir tarafta uçurtma uçuran aileler, bir tarafta sarılmış çiftler, bir tarafta paten kayanlar, bir tarafta bisiklete binenler, bir tarafta çekirdek çıtlatıp gülüşen kızlar, herkes kendi havasındaydı. Kimse onu görmüyordu. Etraf onun için kuru kalabalıktan ibaretti. Bu ona daha da acı veriyordu. Onlara baktıkça daha da ağlıyor, kısacık düzensiz saçlarını yolmaya başlıyordu. Belki de kendi kesmişti saçlarını. Kim bilir.

Her şeyden kaçıp, burada iki bira içip, sadece nefes almak isteyenler mi dersiniz, ne yapacağını bilmemenin verdiği huzursuzlukla kayalara oturup denize içini akıtanlar mı dersiniz, umutsuzluklarıyla başa çıkamayıp hayatını sonlandırmaya kalkanlar mı dersiniz? Neler var burada? Bu gölgenin dibinde. Karanlıkta. Uzakta, yakında. Uçsuz bucaksız sularda. Sabaha kadar saklar bu sırları, istediği yerlere götürür, fısıldar sessizce kulağa; anlayana…

Dakikalar ilerliyordu. 

Burnuma kötü kokular gelmeye başlamıştı. Arkasından gidiyordum. Niyetini anlamıştım. Kalbim çarpmaya, suratım yanmaya başlamıştı. Onun soluk benizli suratıyla karşı karşıya gelmiştim. İlerledi. Belli ki beni fark etmemişti. İnsanlardan kaçıyor o kayadan öbür kayaya atlıyordu. 

Yine telefonu çalıyordu ama o açmadı. Elini cebine atıp aleti kayalıklara fırlattı. Makine parçalara bölündü. Kim bilir kalbi kaç parçaya bölünmüştü yüreği? Devam ediyordu yürümeye.

-Pardon diye bağırdım, duymadı.

-Dur, sakin ol dedim. 

-Sen de kimsin dedi.

-Ne önemi var, dedim.

-N’apıyorsun?

-Sana ne!

-Gel, yapma!

Ayağını bir adım daha uzattı denize. Sular kaynamaya, kıyıya vuran dalgalar yüzümüzü ıslatmaya başladı.

Dile gelse de konuşsa dalgalar, sabah akşam, gece gündüz demeden ağırladığı misafirlerine nasihatlar verse, dans etse balıklar, yüzlerini güldürse, dalgaların çaldığı melodiyle sarılsa sevgililer. Bağırmaya gelmiş kara sevda çekenlere sakin olmayı öğretse, gökyüzü inse aşağıya, yıldızlar ışık olsa yanlarında, yolculuğa çıksalar beraber, içleri bir hoş olsa, çılgınlaşsalar aniden, umutsuz değil, mutlu olsalar.

-Dur, dedim.

Dinlemiyordu. Baş başaydık. Çok yakınındaydım. Ensesindeydim. Burada da çizikler vardı. 

Bekledim ne yapacak diye. Uyuşmuş gibiydi. Hareket edemiyordu. Bir kukla gibi vücudu aşağıya sarkıyordu. Artık bekleyemezdim. 

Üstüne atladım. Elimle onu kendime doğru çektim. Sarıldım. Hem de çok sıkı sarıldım. Kaskatı kesilmişti, bedeni donuktu. Konuşamıyordu. Bunu fırsat bilerek belinden kavrayıp kayalıklardan aşağıya indirdim. Boş boş bakışlarını yüzüme katarak devam etti.

Merhaba, Ben Seda, diyerek, elimi uzattım;

Gökyüzüne baktı. 

Yukarıda, beyaz kuşlar vardı.

Özgürce uçuyorlardı.

Onları seyretti.

Kıpırdamadı. Kıpırdayamadı

Sadece seyretti.

 

SESSİZ SEDA

HABERDAR OLUN

Etkinliklerimizden ve yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi kaydedin