SANDIK

SANDIK

Dalgalar kuduruyordu. Ağzı köpük köpüktü. İçki şişesini duvara fırlattı. Şişe paramparça oldu. Yere diz çöktü. Baktı isli duvarına. Kararmış elleriyle dokundu. Tutunmaya çalıştı. Kaydı. Şişenin içine kaybolup sıkıştı. Yaşadıkları, pişmanlıkları onu kovalıyordu. Sağa sola savuruyordu. Tarağını da atmıştı. Kime güzelleşecekti? Umudu, sevdiği, kalbi, hiçbiri yoktu odada.

Kaçmıştı Nurhan. Yok olmuştu. 

-Ah Nurhan ah, dedi ve ikinci yudumunu da içti.

Kazım, ne annesinden ne babasından sevgi görmüştü. Mahallede bir serseri grubuyla büyümüş, onlarla beraber içkiye alışmıştı. Gönlünü Nurhan’a kaptırmıştı o zamanlar. Ta küçüklükten gelen bir aşktı onunkisi. Defalarca peşinden koşmuştu. 

Nurhan, genç ve güzeldi. Hoşuna da gitmişti Kazım. İçkici de olsa, genç ve yakışıklıydı. Tüm kızlar ona hayrandı.

Gel zaman git zaman çaldı gönlünü. Evlendiler. 

-Ah! Ah! Ömrüm gitti, neredesin Nurhan?

Bazı eşyalarını satmıştı. Diğer kalan her şey değerliydi onun için. Yemeklerini yedikleri yer masası, karyolası, minderi, önlüğü, hatta kırık mandalları bile. Hepsinde dokunuşları vardı.

Köşede duran sandıkta karısına ait çeyizlikleri duruyordu. Hayalleri. Kimsenin duymadığı sessizlikleri. Keşkeleri.

Fotoğraflar, gecelik, sararmış duvağı, çocukların eskimiş bez bebekleri, kırık mandal parçaları her şey onun içindeydi.

Koyu renkliydi bu sandık. Kilidi de tutmuyordu. Üstünde tırtıklı tahta parçalar vardı. Eli titreyerek açtı kapağını. Karısının geceliğini kokladı, bir taraftan da sandığı karıştırdı. Sağından solundan yünler fırlamış karyolanın dibinde iç geçirdi Kazım. O anda Nurhan’ın tarağı eline battı. Canı acıdı. Parmağından kanlar, gözünden yaşlar aktı. 

Mahallelinin verdiği üç beş kuruşla geçiniyordu. Birden acıktığını hissetti. Soğanı elinde parçalayıp, kuru ekmeği ağzına attı. Sattığı eşyaların parasından aldığı biralar da yanı başındaydı.

-Bu illet yüzünden terk ettiler beni. Kahretsin!

Pişmanlıkları birikmişti. Keşkeleri de; ama inanacak kim kalmıştı ki ona?

-Gençlik işte. Şişenin kölesiydim. Keşke senin kölen olarak kalabilseydim Nurhan.

İçtikçe uyuşuyordu. İçi ağlıyor, sessiz naralar atmak istiyordu. Ciğerini söküp eline almak, bir şekilde içki sevdasını bastırmak istiyordu; ama yapamıyordu.

O günü hatırlamıştı.

Nurhan, pazardan dönmüştü.

-Bey, bana yardım eder misin? Ellerim koptu.

Horultu sesleri içeriden geliyordu.

-Şişesini de almış gene önüne, akıllanmazsın sen.

-Sus be kadın!

Göz yaşını sildi ve diğer fotoğrafa geçti. Bir sünnet düğününde yanak yanağa duruyorlardı. Yalandan da olsa mutluluk pozu vermişlerdi.

İç geçirdi Kazım. Bir bardak daha içti.

- Hak ettim dedi, şişeyi vurduğu duvarlara.

Şimdi olsan da, seni sırtımda taşısam. Pişmanlık yükü çok ağırmış hanımım. Git gide daha da kamburlaşıyorum.

Derken diğer fotoğraflara geçti. En son elinde çocukların albümü. Torunları var mıydı? Haberi bile yoktu.

Ailesi silmişti onu

Geriye kalan şişeleriydi.

Diğer fotoğrafa geçtiğinde sızmıştı artık.

Uykuya dalmıştı.

Bir eli sandıkta, Diğer eli fotoğrafın yanında.

Belki de hiç uyanamayacağı bir uykuda...

 

SANDIK

HABERDAR OLUN

Etkinliklerimizden ve yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi kaydedin