Sokakta olay var. Herkes pencerede. Bağırış çağırış. Silkelenmeye hazır çarşaf gibi aşağıya sarkan kadınlar. Karşı apartmanda üç tane adam. Park halinde iki motosiklet ve yerde duran siyah bir laptop. Başlarında da Türkçe konuşmayı tam beceremeyen kapıcı İsmail. Ortalık iyice karışmış. Hırsız, hırsız diye bağrışıyorlar.
Ben de balkonumdan seyrediyorum.
-Ne bu gürültü diye soruyorum.
Karşı balkondaki yaşlı komşularım daha meraklıydılar. Olayı anlamadan evlerine girmeye hiç niyetleri yoktu.
-Hırsız varmış, diyorlar.
-Aaa öyle mi deyip evime giriyorum.
Pencereden kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Yerde siyah bir laptop var. Başında bekleyenlerden biri gözlerinden alev topu çıkarırcasına cep telefonuyla konuşuyor. Kaldırımda adeta mekik dokuyor.
Tepeden üç, dört tane komşu bakıyor. Ben de hangileri çalınmış diye anlamaya çalışıyorum. Motosikletler mi yoksa lap top mu?
Homurdanıyorlar, uğultular bir yükseliyor bir alçalıyor.
-Hırsız yakındaki şantiye ofisine girmiş oradan da bir şey çalmış, diyorlar.
Ofisten siyah diz üstü bilgisayar çalınmış. Koşarken ayağı takılınca da kıskıvrak yakalanıvermiş. Kapının önünde hırpalıyorlar.
Biri tutuyor. Bir ileri bir geri birbirlerine atıyorlar. Neredeyse çocuk yaşlarda. Aralarında ufacık görünüyor. Boyu da hayli kısa.
Çocuk ne olduğunu şaşırıyor. Surat ifadesi değişiyor. Yüzü bembeyaz kesiliyor.
-Ay yapmayın, diyorum içeriden.
Hırsıza da hiç benzemiyor.
O kadar sağa sola fırlatıyorlar ki çocuğu, poliiss, poliiss diye bağırmaya başlıyor.
Karşı pencerede kadınlar konuşuyor.
- Bu hırsız değil miydi, niye polis, polis diye bağırıyor?
Şaşırıp, kalıyoruz.
Başını kaşıyor kapıcı İsmail.
-Kafam karıştı, diyor.
Gülümsüyorum yukarıdan.
Can havli İsmail Efendi, can havli...